Seyahat Notlarım

Viyana gerçek bir kültür başkenti. Doğal olarak Unesco'nun dünya mirası şehirlerinden. Avusturya, sizin güzel ve huzur dolu bir tatil geçirebilmeniz için her türlü imkanları sunan ve her bir köşesi doğal güzelliklerle dolu olan bir ülkedir. Hayat standardının yüksek olduğu bir şehir Viyana. Yaşamayı bilen bir şehir, fakat standardın yüksekliği pahalılığı da beraberinde getiriyor. Normalde alışveriş için pek uygun olmadığı söylenebilir. Şehrin en önemli tarihi yapısı Hofburg sarayı. Hofburg Sarayının dışında iki önemli saray daha var: Schloss Belvedere ve Schloss Schönbrunn. Bunlardan ikincisi, Schloss Schönbrunn, mimarisi, peyzajı, ve hayvanat bahçesiyle Viyana'nın en gözde mekanlarından birisi.  1996 yılından beri Unesco tarafından Avusturya'nın 9 dünya mirasından biri olarak kabul ediliyor. İmparatoriçe Maria Theresia tarafından yapımı tam olarak 1749 yılında tamamlanmıştır. Zira, 1683 yılında  Viyana Kuşatması sırasında epey hasar görmüştür.  Schönbrunn Sarayı b

Bratislava'da Gece Hayatı Doğu Avrupa gezilerinde Avusturya'nın başkenti Viyana ve çevresi en önemli lokasyonlardandır. Çok yakın olması sebebiyle (otobüsle yaklaşık 1 saat) tur rotasyonuna Slovakya'nın başkenti Bratislava'da dahil edilmektedir. Zira, bizim gibi Avrupa Birliği dışından gelen turistlere bir gün içinde 3 başkent (Budapeşte, Bratislava ve Viyana) birden ziyaret etmeleri oldukça ilgi çekici gelmektedir.  Soykırım Anıtı Bratislava küçük şirin bir şehir, fakat gündüzleri sakin göründüğüne aldanmamak gerekir, zira Avrupalı gençlerin günü birlik uğradığı çılgın gece hayatının olduğu eğlence merkezlerinden biri haline gelmiş. Öğrenci şehri olması, hemen yakınındaki Viyana gibi hayatın pahalı olduğu bir şehre çok yakın olması sebebiyle kaliteli hizmet veren gece klüpleri ve pubları çok rağbet görüyor. Barlar sokağındaki hareketliliği gündüz gezerken kafanızda canlandırmanızın mümkün olmadığı söyleniyor. Turistik açıdan bunun dışında pek cazip bi

Visegrad, Türkçe okunuşuyla Vişegrad Osmanlılardan sonra önemini kaybetmiş, ama kuruluşu Ortaçağ Dönemine uzanan bir yerleşim bölgesi. Estergon özellikle Türk turistlerin mutlaka görmek istediği bir kasaba olduğundan, yol üzerinde bulunan Visegrad'a genellikle uğranıyor. Visegrad, Ortaçağ'da krallığın merkezi idi. Örneğin Solomon kulesinin yaklaşık 800 yıllık bir geçmişi var. Tepenin yamacında Visegrad sarayının harabelerinin üzerinde yüksek bir konumda yer alan bu altıgen kule çok güzel bir manzaraya hakimdir. Visegrad da zaten "yüksek kale" anlamına gelmektedir. . Nehir kıvrımında bulunan bölgenin stratejik değeri ilk olarak Romalılar tarafından anlaşılmış ve buraya 4. yüzyılda bir kale yapmışlardır. 15.yy'da kral Matyas burada yaşadı ve saray tüm Avrupa'da yer yüzündeki cennet olarak ünlendi. 1462 'den 1475'e kadar Kazıklı Voyvoda'da burada hapis hayatı geçirdi. Yemyeşil ve oksijen deposu bölge gezilirken ister istemez acıkmak kaçınılmaz. Bu dur

Tuna nehrine yukarıdan bakınca, içinizde Boğaziçi'ne İstanbul'un yedi tepelerinden birinden bakıyormuşçasına bir his oluşuyor. Özellikle, Gellért tepesinden bakıldığında bu hisse kapılmamak mümkün değil. Kaplıcaları ile de meşhur olan bölge adını Venedikli bir misyoner olan Géllert'den almıştır. 11. yüzyılda Piskopos Gerardus tarafından çivili bir fıçıya konularak Tuna Nehrine atılmıştır. 1902 yılında bu korkunç cinayetin işlendiği yere Géllert'in elinde bir haç tutan heykeli dikilmiştir.  Tuna nehrine hakim müthiş manzaralı diğer tepe Eski Macar Kraliyet Sarayı'nın da yer aldığı Buda'nın Kale Tepesidir. Bölge, Osmanlılar, Habsburglar, Naziler ve Sovyetlerin şehre yaptığı sayısız saldırıdan çokça nasibini almış ve birçok defa yeniden inşa edilmiştir. Budapeşte zaten en son 2. Dünya savaşında yerle bir olmuş ve savaştan en çok zarar gören şehirlerden biri haline gelmiştir. Buradaki en önemli Kale Bölgesinin güneyinde yer alan Kraliyet Sarayıdır. Yapımı 1

Budapeşte'deki 2. günümüzün sabahında, tarihimizde önemli bir yer tutan, meşhur Estergon Kalesi'ne gitmek üzere kahvaltı sonrası yola koyulduk. Budapeşte'den karayoluyla yaklaşık kırk dakikalık bir mesafede bulunan Estergon'a giderken, yol çevresindeki sonbaharın muhteşem renk cümbüşüyle bezeli tabiat ve yeşil manzara sayesinde zamanın nasıl geçtiğini fark etmedik. Kale ve içindeki bazilikayı gezmeden rehberimiz bir sürpriz yaparak bizi bir köprü ile Tuna üzerinden otobüs ile Slovakya'ya geçirdi ve karşı kıyıdan kalenin enfes manzarasını seyretme fırsatı bulduk.  Slovakya'dan Estergon'a bakış Bu hoş sürpriz aynı zamanda bir kahve molası yerine geçti ve kaleyi gezmeden bizi iyice kendimize getirdi. Tekrar Tuna üzerinden Macaristan'a geçip kalenin içindeki bu güzel barok yapıyı görmek üzere yola koyulduk. Bazilikanın girişinde yapının dönemini yansıtan kıyafetleriyle flüt (hatta aynı anda iki flüt) çalan bir müzisyen bizi bizden melodilerle karşılay

Budapeşte'nin muhtemelen Tuna nehrinden gelen kendine has bir kokusu var. Bu koku bana biraz tanıdık geldi. Sanki İstanbul'un Haliç çevresinde tarihi yarımada sanki böyle kokar. Tarih kitaplarımızda bu topraklar ile ilgili çok şey okuduk öğrendik. Sanki birazcık bizden bir koku var bu topraklarda. Yarın ki Estergon Gezisi öncesi biraz bu duygulara haiz olarak, akşamüstünü Budapeşte'nin modern bir caddesi olan Vaci Caddesi ve Vörösmarty Meydanında geçirmekteyiz. Hemen hemen tüm markaların mağazaları, Hard Rock Cafe gibi önemli mekanlar bu caddede. Akşam yemeğini yiyeceğimiz restorana gitmek üzere otobüsümüzün bizi alacağı noktaya yürüyerek vardık. Akşam yemeğinde bir miktar Macar mutfağını ve müziğini tanımak mümkün olur ümidiyle akşam organizasyonuna katıldık. Nitekim de öyle oldu, Macar mutfağının en önemli yemeği Gulaş ile, Çigan müziği eşliğinde tanıştık. Gulaş ( Gulyás), Macaristan 'ın geleneksel yemeklerinden ve genellikle dana eti , soğan , kırmızı biber ve bibe